Ana içeriğe atla

Canan Tolon Limbo

Büyük tarihi bir mekan,  yeşil çimli salıncaklar, zeminde turuncu.  Hem görsel hem de düşündürücü bir enstelasyın. Çevresini gezip her açıdan inceledik. 

Canan Tolon’un 1997’de yayımladığı kitabı ile aynı adlı mekânsal enstalasyonu Limbo, yaşamın döngüsünü merkeze alarak izleyiciyi yaşam ve ölüm gibi zıtlıkların da içinde bulunduğu bir yolculuğa çıkarıyor. Kendisini sürekli yenileyen doğanın ve zamanın bıraktığı izleri yansıtarak varoluşun birbirleri üzerindeki etkisini, direncini ve belirsizliğini vurgulayan Limbo, izleyiciye yaşam ve ölüm arasındaki yakınlığı deneyimleme fırsatı veriyor. Tolon’un enstalasyonu sıraladığı salıncakların çim ve su gibi doğal malzemelerle ve mekânın doğal koşullarıyla etkileşimini gösteriyor.



Sanatçı, izleyicinin sergide suyun metal salıncaklara yaptığı korozyon ve aşınma hâli üzerinden doğayı, çevreyi ve yaşamı yeniden düşünmesini sağlıyor. Ayça Okay’ın küratörlüğünü yaptığı Limbo, yer aldığı Fişekhane’nin 18 ve 19. yüzyılda mühimmat, fişek ve ordunun ihtiyacı olan metal aksanların üretim yeri olma özelliğine gönderme yaparak, yaşam - ölüm ve inşa etme - yıkım gibi zıtlıkların hayatımızın her daim bir parçası olduğu gerçeğine dikkat çekiyor. İzleyici sergi boyunca metalin giderek paslanmasına, çimlerin büyümesine ve zaman içerisinde kuruyarak ölmesine sergi boyunca tanıklık ederek, zamanın ve hayatın döngüsünün bir parça hâline gelecek.

Canan Tolon sergi hakkında şunları söyledi: “Hayat bir döngü sistemleri üzerinde kuruludur, bunu bütün yaşayanlar bilir.  Seneler, mevsimler, günlerin ritminde, tekrar eden bir şekil içinde kapılmış, doğar ve ölürüz. Bunları bilerek, bu bilgilerin beklentileriyle ve bu beklentilerin korkusuyla yaşıyoruz.  Bütün bunları bilmemize rağmen tekrarlardan kaçmak içgüdüsüyle hareket ediyoruz. Her gün ayni şeyleri yapmak, aynı şeyleri duymak, görmek, hissetmek istemeyiz ve bu döngüye tutsak olmaktan kaçmak için mücadele ederiz. Bu gücümüz katı (rijit) sınırlanmış hayat çerçevemizi aşındırmayı, o kafesimizden çıkmayı, mahkumiyetimizi unutturarak yaşatmamızı sağlar. Oyun da unutmamıza yardım eden yegâne faaliyettir… Vurdumduymazlığa kadar oyalar bizi.  Fişekhane, bütün ‘hane’ ile biten sözcükler gibi -hapishane, hastane, imalathane vs., bu adı taşıyan mekanların çoğu gibi- tekrar eden faaliyetlerin yeri olduğu için, askıda kalmışlığımızı tanımlayan Limbo’yu bu mekândan kurarken, tekrarların hapsi olmuş yaşamımızı cazip gelen tehlikeli oyunlarla tabiatın nazik döngüsünü göz ardı etmememizi hatırlatmak ve sergilemek istedim.”

​Canan Tolon’un “Limbo” başlıklı sergisini 31 Mayıs tarihine kadar Contemporary Istanbul Vakfı, Cocoon’da ziyaret edebilirsiniz.











 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Angel Sergisi

Geçen hafta Facebook'ta Angel sergisinin duyurusunu gördüğümde gitmeliyim dedim. Duyurudaki görsel beni kendine çekmişti. Melek kavramı da ilgimi çektiğinden bir hikaye çıkarabilir miyim diye de düşündüm. Ayrıca yılbaşına yakın zamanda st. Antuan kilisesinde olmak da cazip geldi. Gider miyim, gitsem derken 18 Aralıkta açılan sergiye üç gün içinde iki ayrı arkadaş grubuyla gittim. Kısmet işte. St. Antuan kilisesinin alt salonunda sergi, avludaki büyük çam ağacını biraz geçip merdivenlerden aşağıya inerken kanatlı, gümüş bir heykel karşılıyor önce bizi, kapı girişinde de kızıl derilerin "dreamcatcherlarına" benzeyen bir dilek çemberi asmışlar. Loş salona girdiğimde öncelikle uhrevi bir müzik kulaklarıma doldu sonra bir bir melek heykelleri, tabloları fark ettim. Ambiyans bence olağanüstü. Eserler, eserlerin yanında o esere ait yazılar, şiirler... Uzun uzun gezdim, fotoğrafladım, melek kavramını düşündüm. Beni sergiye çeken eser, Luca Pignatelli'nin antik b

Bir Nehir Roman : Mahur Beste, Huzur, Sahnenin Dışındakiler

Tanpınar'la tanışmam biraz geç oldu, 40'ından sonra buluştum onun metinleriyle. Önce Saatleri Ayarlama Enstitüsünü okudum sonra da Huzur'u, bir de Geçmiş Zaman Elbiseleri öyküsünü. Özellikle Huzur beni büyüledi ve kitapta sıkça adı geçen Mahur Besteyi de okuma listeme ekledim. Liste çok uzun olduğundan bir türlü kitaba vakit gelmedi tabi. Böyle parça parça okuyunca etkileyici bir yazar olduğunu düşünsem de Ahmet Hamdi Tanpınar'ın , gerçek dehasının tam farkına varamamışım. Bu sene atölyede tüm Tanpınar külliyatını okumaya niyet ettik, önce öyküleriyle başladık. önsözünde heykeltraş Zühtü Muridoğlu'na  ithaf ettiği Abdullah efendi hikayesinde özellikle rüyalar ve Abdullah ve Abdullah efendi ikiliği beni çok etkiledi, metnin içinde alt öyküleri bulmaya, Freudyen simgelere anlam yüklemeye çalışarak tam bir yaratıcı okuma yapmaya çalıştım, okuru zorlayan, süprizler içeren metinleri çok severim. Abdullah Efendi tekrar tekrar okuduğum ve gelecekte de okuyacağı

Obrukların Dibinde Olmak - Kurak Günler

Hiç olmadığı kadar yoğun bir aralık ayı yaşıyorum, Gazhane’de öykü atölyesi devam ediyor, Suat Derviş sunumu, başka sunumlar, Emily Dickinson makalesi, Masumiyet ve Hassasiyet okuması, Gece İnerken okuması, üstüne Üstelik doğum günleri, yaklaşan yeni yıl, ev işleri… nefes alacak vaktim yok, yok olmasına da bir pazartesi atölyeyi asıp Kurak Günlere gidebilmişim ve Erhan bey yazmamı söylüyor, yazamam vaktim yok diyorum kabul etmiyor. Yazabilir miyim derken bilgisayarımı açıyorum. Zor bir film, etkili bir film… Soluk soluğa başladı, kaçanın bakışından kasabayı dolaştırdı, kamera arada kan kokusundan çılgına dönmüş avcılara döndü… Sonra sokaklar dolusu kan…kan izi… öldürmekle içlerindeki vahşiliği yatıştıramayan avcılar, hayvanın postunu da sürüklediler sokaklarda… Çoluk, çocuk, erkek, kadın çığlık atarak ,kan kokusuyla kendinden geçmiş, bir pagan ayininde ya da cadı avında gibi bu ilkel kanlı geçide katıldılar.  Yıllar önce treking yaparken bu avcıları görmüştüm ben, delik deşik ettikle