Bu aralar genelde post modern kitaplar okuyorum. Zaman ve mekansızlık, anlatıcı karmaşası, anlatıcı eksikliği, bilinç akışı, akmayışı, bitmemiş cümleler, satır boşluıkları, uzun karmaşık anlatımlar içinde okur dedektifim. Öyküyü -eğer varsa- anlamaya çalışıyor, bu arada belki de kendi öykülerimi yazıyorum. Kafası karışan, sorgulayan, araştıran, gerekirse yaratan, yazan okur kimliği de epey hoşuma gitti. Bir post modern roman fanatiği oldum çıktım. Araya hikaye gibi hikayeler de almak gerek değip, Mina Ungan'ın "Bir Dinazorun Anıları'nı" Osmaniye Kitap kulübünde okuduktan sonra, Zülfü Livaneli'nin Serenad'ına başladım. Çok kolay okunan bir kitap, içindeki öyküler okuyucuyu meraklandırıyor. Maya, Profesör, yakınlaşmaları, Pera Palas'ta yenilen yemekler falan eğlenceli bir şekilde kitap akıyor. Sonra Struma gemisi ve hikayesini okumak insanı hüzünlendiriyor. Şile'de keman çalan profesor ise çok görsel anlatılmış. İnanılmaz romantik. Harika bir
Yazmak her zaman tutkum olmuştur.2008 yılından beri blog yazıyorum.